Sevgi teleskoptan bakar, kıskançlık ise mikroskoptan.
Josh Billings
Kıskançlık yakıcı bir duygudur.
Elimizde olan değerli bir şeyin bizden alınacağına yönelik olabileceği gibi bizden daha iyi/güzel/başarılı vs. özelliği olan birçok insanın karşısında yaşadığımız bir tepkidir aynı zamanda. Bizde olmayan yetenekleri olduğuna inandığımız kişileri kıskandığımızda canımız yanar. Diğerleriyle kendimizi karşılaştırarak yaramıza tuz basarız.
Ancak bazen bu duygu, yaşamın çoğu alanına sızarak, kişinin iyilik halini olumsuz yönde etkiler.
Bunun nedeni büyüme sürecinde kendimiz ve çevremiz arasında yaşananlarla ilişkilidir. Eğer çevremizdeki kişiler kendilerinden ve bizim sahip olduğumuz özelliklerden, yeteneklerden büyük ölçüde memnunlarsa, kendimize ve çevremize ilişkin olumlu hislere sahip oluruz.
Fiziksel ve zihinsel açıdan donanımsız olduğumuz küçük yaşlarda, çevremizdekilerin birbirleriyle ve bizimle olan ilişkileri, kendimiz ve dış dünya hakkında belli çıkarımlar yapmamıza yol açar.
Çevremizdeki büyüklerin hangi durumları güvenli ya da tehditkâr algıladıklarına ve nasıl sorun çözdüklerine ya da çözemediklerine bakarak da kendimize dair gerçekliği oluştururuz.
Büyüme sürecinde çevremizdekilerin, sahip olduğumuz özelliklerimizden, yeteneklerimizden, memnuniyetsiz olmaları ve bunların abartılı biçimde göz ardı edilmesi, yetersiz ve değersiz olduğumuza inanmamıza ve kendimizle ilgili olumsuz duygular hissetmemize yol açar.
Bazen de tam tersi olur. Çevremizdekiler, bizim yetenek ve özelliklerimizi gerçekdışı bir şekilde abartırlar. Böylelikle kendimize ilişkin bilgiler, dış gerçeklikten uzak olduğu için yine kendimizle ilgili olumsuz hisler duymamıza yol açarlar.
Böylesi ilişkilerin hâkim olduğu ailelerin çocukları, yetişkin yaşamlarında ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, ne kadar hırslı olurlarsa olsunlar başarılarına ilişkin gerçekçi bir bakış açısına sahip olmadıkları için, elde ettikleri başarıların dahi tadını çıkaramazlar.
Kıskançlığın en sıkıntı verici yönü de kişinin yaşamın tadını çıkarmak yerine saygınlık ya da itibar kazanmak ya da kaybetmekle uğraşmasıdır. Ancak bu uğraş kimi zaman sinsi bir şekilde iç dünyamızda varlık gösterir. Çünkü toplumsal yaşamda hoş görülmeyen yönlerimizi saklama eğilimi taşırız. Kıskançlık da bunlardan biridir. Var olmasından sakınılan, uzak durulmaya çalışılan bir özelliktir.
Diğerleri tarafından onaylanmayacağımız ya da dışlanacağımız korkusuyla kıskançlık ve haset yaşamaktan utanabiliriz.
Kendimizi eleştirerek, beğenmeyerek, küçük görerek, aptal olduğumuza ikna ederek, şansı yaver giden diğer insanlara ve yaşama karşı gücenmişlik ya da küskünlükle dolarız. Haksızlığa ya da adaletsizliğe uğradığımıza ikna olur, çevremizi de ikna etmeye çalışırız.
Yaşadığımız çağ ve içinde bulunduğumuz kültür de kıskançlığı teşvik etmektedir. Yakın ilişkilerin, kişilerarası bağların ve işbirliğinin zayıflaması kıskançlığı beslemekte; paranın, reklamların, başarının ön plana çıkmasıyla rekabet artmaktadır.
Aileler çocuklarını beğenmeyerek, yeterli bulmayarak hor gördükçe ya da var olan özellikleri gerçekdışı biçimde abarttıkça; çocuklar kendi gözlemlerine, sezgilerine, fikirlerine, çıkarımlarına güvenmek yerine, ailelerine uyum sağlayabilmek için kendilerine ilişkin gerçekleri çarpıtmaya başlarlar.
Güzel/akıllı/başarılı/yaratıcı vs olmadıklarına ikna olurlar. Bu nedenle kıskançlık, aslında içinde gerçeğin çarpıtıldığı bir durum üzerine inşa edilen bir duygu ya da tepkidir.
Kıskançlık tek başına ruhsal sorunlarla ilişkilendirilemez şüphesiz. Ama yaşamın içindeki diğer stres kaynakları ile birleşerek, kişinin kendine güvenini azaltır. Bu nedenle de “depresyon”, “kaygı/anksiyete” gibi ruhsal sorunlara eşlik edebilir.
Kıskançlık yaşayan kişi, evet, kötülük yapmaktadır. Ama bu kötülüğü kendisine yapmaktadır. Bunu da kendi biricik iç güçlerinin farkına varamayarak ve potansiyelini yeterli ölçüde kullanamayarak yapar.
İngilizce’de “jelaous” yani kıskançlık kelimesi, Yunanca “zelos” sözcüğünden gelmektedir. Rekabet ve gayret anlamını içermekte ve duygu yoğunluğuna işaret etmektedir.
Bu nedenle kıskançlık, yok edilmesi gereken bir durum değil, kişilerarası ilişkinin bir ürünü olarak anlaşılacak ve kişinin kendine özgü biricik potansiyeli ile birleşerek daha enerjik olmasına dönüştürülecek bir durumdur.