Sakin biri olmak istiyorum! Ama olamıyorum…
Bu kadar duygusal olmak istemiyorum! En ufak bir şeyde gözlerim doluyor! Ne yapsam engel olamıyorum…
Kimse beni anlamıyor! Haksız olan hep ben oluyorum…
Pek çoğumuza tanıdık gelen bu cümleleri ardına yazabiliriz. Değişeceğiz ama nasıl? Geştalt Terapi’nin kurucusu Fritz Perls, A. Beisser’in paradox değişim kuramından etkilenerek, değişimin ancak bir süre değişmemekle mümkün olduğunu öne sürmüştür.
Gerçekten de değişimin en büyük öncülü bir süreliğine değişmeden, olduğumuz gibi kalmak. Evet sakin tepkiler vermekte zorlanabiliriz. Çok hassaslaşmış ya da haksızlığa uğramış olabiliriz.
Ama durduk yere böyle olamayız. Yaşadığımız bu durumdan ne sadece biz ne de sadece diğerleri sorumlu olabilir. İpucu aramızda yaşananlarda saklıdır.
Çoğu zaman yaşadıklarımızın çok da farkında olduğumuzu, farkındalığımızın çok yüksek olduğunu iddia edebiliriz. Ama çoğu zaman öyle olmaz. İçinde yaşarken fark etmediğimiz kör noktalarımız, ışık tutulmayı bekler.
Peki, niye bir süreliğine değişmeyeceğiz?
Yolda kaybolduğunuzu düşünün. Doğru yöne doğru ilerleyebilmek için, önce olduğunuz noktayı belirlemeniz gerekir. Bir şehri gezerken işe en çok yarayan harita “ŞU ANDA BURADASINIZ” yazıları olandır.
Nerede olduğunuzu bildiğiniz için daha kolay hareket edersiniz bu tür haritalarla. Nerede olduğunuzu bilmek, ne yöne ilerlemek istediğinizi bilmenizi de sağlar. Başka bir deyişle ne yöne değişmek istediğinizin adını koymanız kolaylaşır.
Bu durum, “ben buyum, beni böyle kabul edin” demekten çok farklıdır.
Hangi durumların bizi öfkelendirdiğini, üzdüğünü ya da endişelendirdiğini belirlemek, aslında kendimizi ya da çevremizi suçlamaktan, işlevsel olmayan tepkiler vermekten daha kolaydır.
Ama büyüme sürecimizde bir yerlerde aslında doğamız gereği sahip olduğumuz bu beceriyi kaybederiz. Öyle biriciğiz ki, bu beceriyi kaybederken her birimiz kendimize özgü, farklı uyum yolları kullanıyoruz. Kimimiz içine kapanıp insanlardan uzaklaşıp depresyona girerken, kimimiz de aşırı derecede kaygılanıyor, kimimiz öfke nöbetleri geçiriyoruz. Bazılarımız belirli durumlar konusunda takıntılı olabiliyor. Bazılarımız yemekle ilişkiye bazılarımız da bedeniyle düelloya girişiyor.
Sonuçta erken dönemde ya da yakın zamanda yaşanan duygusal örselenmeler, hayal kırıklıkları ve incinmişlikler sonucu, yaşadığımız durumların faturası kendimize kesilmektedir.
Faturada yazanlar şunlardır: Kötü biriyizdir, beceriksiz, değersiz, şanssız, kafasız, çirkin ve bahtsız… Kendimizle böyle bir ilişkimiz olduğunda, çevremizle de ilişkilerimiz yolunda gitmez elbette.
Çünkü kendimize nasıl davranıyorsak, çevremize de benzer şekilde davranırız.
Kendimizi beğenmiyorsak, onları da beğenmeyiz.
Kendimize acıyorsak, onlara da acırız.
Kendimizi yetersiz görüyorsak onları da yeterli bulmayız.
Unutmayın! Kendinizi çekiştirmeden, zorlamadan değişebilmek, her zaman mümkün olan bir seçenektir.
Güvenli ve içten bir ilişki içinde, yargılanmadan, kendinizi ifade edebilmenizi sağlayan bir uzmanla neden olmasın!